"Kimse kendini kandırmasın, bu bir değişim değil"

Ekonomi Politik
-
Aa
+
a
a
a

Ali Bilge Ekonomi Politik'te, hafta sonu gerçekleştirilen CHP'nin 38. Olağan Kurultayı'na değindi.

""

Ömer Madra: Günaydın Ali Bey, merhabalar!

Ali Bilge: Merhaba Ömer Bey, merhaba Özdeş!

Özdeş Özbay: Günaydın!


A.B.: Günaydın, iyi haftalar!

Ö.M.: Bugün sohbetimizde her zaman yaptığımız gibi genel Gazze ana noktalarını ve savaşını söyleyebilirdik ama bir de sizin başlatmış olduğunuz ve epey bir zaman da götürmüş olduğunuz CHP’nin 100. yılı, yüzyılı tarihinden bahsediyorduk. Tam da ona denk gelen 100 yılın üçüncü gününde CHP Genel Başkanlığı’nda bir değişiklik oldu kongrede. İsterseniz CHP’yi esas alalım bugün.


A.B.: CHP, 9 Eylül 1923’te kurulmuştu. Biz de partinin kuruluşunun 100. yılı nedeniyle CHP’nin 100 yıllık tarihini anlatmaya başlamıştık ama araya Ankara’daki İçişleri Bakanlığı bombalaması ve Gazze savaşı girince ara verdik. CHP’nin 1947’de yapılan yedinci kongresine kadar da gelmiştik ve umarım devam edebiliriz. Birkaç aydır CHP, 38. Kurultay’ına hazırlanıyordu ve kurultay hafta sonunda gerçekleşti. Yıllardır CHP kurultaylarını izlerim, izlenim ve değerlendirmelerimi de Açık Gazetede, bu programda paylaşırım.

Artık öyle bir hale geldi ki halet-i ruhiyem -vasat bir filmi mecburen defalarca izlemek durumunda kalırsınız ya- işte böyle sıkıntı yaşıyorum. 20 yıl önce27 Ekim 2003’te, o günlerde gerçekleşen CHP kongresini değerlendirmişiz. Hep benzer konular, sıkıntılar, genel başkana odaklanmış tartışmalar.

38. Kurultay’ın, 13 yıllık başarısızlığın ve 2023 seçim yenilgilerinin sorumlusu olarak Kılıçdaroğlu için gitme kalma meselesi olduğu açıktı. Otokrasiyle mücadele etmek, seçimler dahil otokrasiden çıkışa dair bir siyaset geliştirmekte yaşanan başarısızlığının değerlendirilmesi gerekliydi.

Normal bir rejimde yaşamıyoruz. 2023 Genel Seçimleri otokrasi ile demokrasi kavşağında bir seçimdi. Otokrasinin devamı çıktı. Amiral gemisi CHP olan ittifak, şu ya da bu nedenle yenilgiye uğradı. Doğru ittifak politikası kurgulayamamanın sorumluluğu, ittifakı oluşturan partilerin yönetimleri olduğu gibi, ittifakın gövdesini oluşturan CHP’nin yönetimini oluşturan ekibine de aittir.

Toplam başarısızlığın, yanlışların sorumluluğu elbette öncelikle genel başkana kesilmek durumundaydı. Ancak CHP’nin yanlış politikaları tek bir kişiye, genel başkana mal edilecek kapsamda değil. Bu sorumluluktan, bugün ‘değişim’ diyen insanlar da sorumlu, ittifaklar politikasından, otokrasiyle olan ilişkilerden, yıllardır gelişen yanlış siyasalardan, bugün genel başkan olan Özgür Özel, değişen parti meclisinde yer alanlar, gidenler ve gelenler de sorumlu, topyekûn herkesin sorumlu olduğu bir süreçten geçtik.

Evet, normali olması gereken Kılıçdaroğlu’nun seçimlerdeki başarısızlık sonucunda istifa etmesi, ayrılması gerekiyordu. Yerel seçimlerin yakın olması nedeniyle en azından partiyi yerel seçimlere devredeceği kadroyla birlikte hazırlayacağını, sonrasında ayrılacağı mesajını vermesi gerekiyordu ama bu olgunluğu göstermedi. Parti ve ittifak, 14 Mayıs ve 28 Mayıs’ta arka arkaya yenilgi yaşadı. Bu ittifak sürecinde partinin genel yapısında bazı değişiklikler gündeme geldi; ülkücü CHP’liler, İslamcı CHP’liler gibi pozisyonlar oldu, çeşitli gizli ittifaklar yapıldı.

Seçimlerden yenilgiyle çıkıp istifa müessesi çalışmayınca, seçim yenilgisi moralsizliği ve seçimlerde tükenen enerjiye rağmen partinin kalan enerjisi genel başkanlık yarışı için harcandı. Bugün CHP önemli ölçüde enerjisini tüketmiş bir ana muhalefet partisi durumundadır. Yerel seçimler için enerjiyi nasıl bulacak doğrusu merak ediyorum.


Kılıçdaroğlu’nun 13 yıllık döneminde bugün değişim isteyenlerin çoğu Kılıçdaroğlu’nun ekibiydi. Çoğu değilse neredeyse tamamı onun siyasete soktuğu insanlar, parti içinde görev vermiş olduğu kişilerdi, buna Özgür Özel de dahil. Dolayısıyla soru şu olmalı; geçen 13 yılda parti politikalarına ilişkin, partinin temel yaklaşımlarında bugün değişim isteyenler farklı bir yol mu izlediler? Özgür Özel, tüm bu süreçlerde Kılıçdaroğlu’na muhalefet mi etti? Hayır, parti politikalarından sorumluydu.

En kritik soru; bugün değişim isteyenler ve yönetime gelenlerin dokunulmazlıkların kaldırılmasındaki tavrı neydi? Çünkü dokunulmazlıkların kaldırılması kararı, Kemal Kılıçdaroğlu’nun, CHP’nin ve Türkiye’nin kaderini değiştiren karardır. CHP’nin otokrasiye doğru gittiği görülen iktidar ile birlikte dokunulmazlıkların kaldırılmasına destek vermesi, hem Kılıçdaroğlu, hem de CHP yönetimi için siyasi hayatlarında hesabını veremeyecekleri bir durumdur. Dokunulmazlıkların kaldırılmasından sonra hızla otokrasinin içine gömüldük. Dolayısıyla, bugün değişim diyenlere sorulması gereken temel soru, Dokunulmazlıkların kaldırılmasında ne yaptınız?’ olmalı.Ekrem İmamoğlu, Özgür Özel ya da değişim diyen diğerleri ne yaptılar? Şerh düştüler mi? Mesela Özgür Özel, dokunulmazlıklarda partisinin kararına açıkça tavır aldı mı? Kimler tavır aldı?


Bugün sözde değişim isteyenler, Suriye tezkerelerine, kayyumlara karşı, HDP ve Kürt politikalarında nasıl tavırlar izlediler? Farklı mıydılar? Özgür Özel ve ekibi, emeğe dönük, sola dönük mesajlar verdiler de izole mi edildiler? Ülkücü CHP’ liler, İslamcı CHP’ liler tavrı geliştirilirken aykırı mı düştüler? Bir eksen farkı mı vardı? İmamoğlu ve Özel sola, emek çizgisine kaymak istediler? Elbette hayır. CHP kurultaylarında genelde genel başkanlıkta kilitlenen değişimler söz konusu oluyor. O yüzden ha Ali-Veli, ha Veli-Ali!

Yeni soru ise ‘Genel başkan değişiminin etkileri neler olabilir?’ Genel başkanlıkta pozisyon alan Ekrem İmamoğlu ile ilişkiler nasıl gelişecek? İmamoğlu ile Özel arasında rekabet yaşanmayacak mı? Süreç nasıl şekillenecek? Önümüzde sırat köprüsü gibi bir yerel seçim var. Yerel seçimler için ne diyorduk? Kazanılması, kapı ile eşik arasında bir ayak konulmasını sağlıyor. Yerel yönetimlerde, bilhassa 11 büyükşehirde muhalefetin başarısı otokrasi ile demokrasi arasına konmuş bir ayak oluyor, kapı aralık kalabiliyor. Yerel seçimler kapının kapanmasını önleyecek bir aralık sunuyor ise CHP yerel seçimlere bugünkü haliyle odaklanabilecek mi? Özgür Özel ile Kemal Kılıçdaroğlu, Ekrem İmamoğlu’nun kazanması için tüm güçleri ile çalışacak mı? Şu var ki, Ekrem İmamoğlu’nun İstanbul’u yeniden kazanması onun genel başkanlık yarışında güçlenmesi demek vebu da Özgür Özel’i zorlayacak bir durumdur.

Peki, Özgür Özel emanetçi mi? Seçimlere kadar ya da nereye kadar devam edecek, bir anlaşma mı var? Falanca tarihe kadar, ‘Altan Abi’, ‘Hikmet Abi’ gibi durumları geçmişte yaşadık ama unutmayalım, emanetçiler de tutum değiştirebilirler. Özel emanetçi değilse genel başkanlık yarışı partiyi nasıl etkileyebilir? CHP’nin içinde gelgitler, çekişmeler devam edecek gibi gözüküyor.


Ayrıca 2019 seçimleri ittifakla kazanıldı, en azından partilerin anlaşmasıyla kazanılan seçimlerdi. Yerel seçimler dört, beş ay sonra olacak. Hem geniş bir ittifak ve bir anlaşma yok, hem de CHP içinde de bir anlaşma yok. CHP içinde çeşitli grupların bulunduğu, küskünlerin partisidir, bir birbirine sırtını dönmüşlerin partisidir. Küsler çalışmazlar, örneklerini gördük. Ayrıca enerjisi de çok yönlü bir şekilde azalmış durumda, açıktan ya da gizliden bir genel başkanlık yarışı hala devam ediyor.

Evet, Kılıçdaroğlu gitti, 'yorgan gitti ama kavga bitmedi'. Ekrem İmamoğlu, Özgür Özel zımni anlaşması nereye kadar sürer? CHP’deki genel başkanlık ve yönetimin değişmesinin yerel seçimlerle bağlantısı önemli. CHP ve muhalefet, yerel seçimleri, özellikle İstanbul’u kaybeder ve diğer büyük şehirlerdeki başarı geriye dönerse Türkiye’nin otokrasiye daha da gömülmesinin yolu açılır. Şimdi bugünkü rejime kibarca otokrasi diyoruz, böyle bir durumda nasıl isimlendireceğimiz malum...



Ö.M.: Bu noktada araya girebilir miyim izninizle? Şöyle bir soru sorayım; Gökçer Tahincioğlu’nun T24’te yazdığı bir değerlendirmede, “CHP’de 1972’den bu yana bir ilk yaşandı ve Bülent Ecevit’in söz konusu tarihte İsmet İnönü’yü genel başkanlık koltuğundan indirmesine benzer bir biçimde, CHP grup başkanı Özgür Özel de 13 yıldır genel başkanlık koltuğunda oturan Kemal Kılıçdaroğlu’nu kurultayda yenilgiye uğrattı,” diyor. “Seçimden hemen sonra değişim söylemiyle kamuoyunun karşısına çıkan İmamoğlu, o dönemde Kılıçdaroğlu ile baş başa iki görüşme yaptı ve değişim istemini merkez yürütme kurulu değişikliğiyle karşılamak isteyen Kılıçdaroğlu uzun zamandır birlikte çalıştığı A takımında yer alan isimlerin de İmamoğlu’yla hareket ettiğini görünce kurultay sürecini başlatma kararını verdi ve sonuçta Özel-İmamoğlu dönemi başladı,” diyor ve ekliyor, “Kılıçdaroğlu dönemi seçim sandığında değil, kurultay sandığında kapandı.” Bir de şunu nasıl değerlendireceğiz başlangıç olarak, onu da dün konuştuğumuzda size sormuştum ama bir kere de buradan sorayım; Özgür Özel konuşmasının başında biraz önce değindiğiniz bu kayyım meselelerini, hapistekiler meselelerini dile getiriyor ve “Kayyım atanan Van’a, Diyarbakır’a selam olsun. Memleketimin dört bir yanında altı ok bayrağı sallayanlara, yerin yüzlerce metre altında can pahasına çalışanlara, İzmir’de direnen kadın işçilere, İstanbul’da direnen Sputnik gazetecilerine, Tolga Şardan’a, Selçuk Kozağaçlı’ya, Osman Kavala’ya, Çiğdem Mater’e, Can Atalay’a ve Selahattin Demirtaş’a selam olsun!” diyor. Bu bir değişim ifade eder mi etmez mi, ne diyorsunuz?

A.B.: Etmez, Kılıçdaroğlu da benzer şeyler söylüyordu.

Ö.Ö.: Çok özür dilerim. Oya Baydar’ın, hatırlayacaksınız, Eylül ayında Açık Gazete’den okuduğumuz bir yazısı vardı. Siz demiştiniz ya, “Altı oku sallayan herkese selam olsun, değişim,” diyerek bu sözü söyledi. “‘Değişim’ diyenler işe altı okla başlamalı’ diye bir yazısı var.

A.B.: Altı okun değişmesi gerektiğini 20 yıldır burada söyleyegeldim ama önce şunu söyleyeyim; Gökçer’in 1972 ile bugünü kıyaslamasında bilgi eksikliği var. 1972’de Ecevit, İsmet İnönü’yü tasfiye etmeden önce askerlerin verdiği 12 Mart 1971 muhtırasına karşı çıkarak istifa etmişti, tavrını koymuş, şerhini düşmüştü. Bugün böyle bir durum yok. Özgür Özel, bugüne kadar parti politikalarına şerh düşerek muhalefet etmedi. İki ay öncesine kadar ‘aday olacak mıyım, olmayacak mıyım?’ diye dolaşıp duruyordu.

Ö.Ö.: Tabii seçimi kaybetti diye aslında, itiraz ona.

A.B.: Evet.

Ö.Ö.: Başka özlü bir eleştiri pek yok gibi.

A.B.: Ecevit, muhtıra sonrası askerlerin atadığı Nihat Erim hükümetine CHP’nin bakan vermesine ve Nihat Erim’in bu göreve getirilmesine karşı çıktı, istifa etti genel sekreterlikten. Ondan sonra yürüdü genel başkanlığa ve iki seneye yakın devam etti bu durum. Dolaysıyla bu kongre ile kıyaslanamaz, bu gerçekten farklı bir durum. İkincisi, CHP’de değişim sürekli ortaya konulan bir şey ama bu değişimden kasıt, bir ideolojik politik performans değil. Altı oku değiştirebiliyor musun? Geçen haftalarda konuştuğumuz altı oktan mülhem devlet ve toplum arasındaki kontratları değiştirebiliyor musun? Kürt kontratını değiştirebiliyor musun? Bunların hiç biri yok, varsa ‘selam olsun!’ deriz. Deniz Baykal sürecinde de bu filmi çok gördük.

Özgür Özel olarak Demirtaş’ı hapishanede ziyaret ettin mi? Dokunulmazlıkta tavrın nedir? Dokunulmazlık tavrına ilişkin bir televizyon programında, “Karşı çıktım,” demiş ama ortada bir şerh ya da istifa yok. Daha sonra eski bir Manisa milletvekili bunu yalanladı. Ecevit kalkıyor diyor ki, “Ben istifa ediyorum arkadaş! Nihat Erim’e muhtıra veren askerlerin hükümetine bakan veremeyiz!” Kavga öyle başlıyor.

Ö.M.: İtiraz eden milletvekili ne demişti, açıklamıştı?

A.B.: “Özgür Özel yalan söylüyor,” diyor. Tur Yıldız Biçer, Özgür Özel’in dokunulmazlıklardaki tavrını detaylarıyla anlatıyor. Biçer, “17 Nisan 2016’da Manisa Gölmarmara İlçe Başkanları Toplantısı’nda dokunulmazlıkların kaldırılmasına neden ‘hayır’ dememiz gerektiğini anlattığım konuşmamdan sonra, Sayın Özgür Özel kürsüye geldiğinde dokunulmazlıklara neden ‘evet’ dediğini şu sözlerle açıklamıştı, ‘Biz dokunulmazlıklara AKP’nin, RTE’nin kimyasını bozmak için ‘evet’ diyoruz ama görüyorsunuz ki bazı milletvekillerimizin de -beni kast ederek- kimyası bozulmuş. Bu nedenle dokunulmazlıkların kaldırılmasına karşı çıkıyorlar.’” Biçer, o toplantıdaki konuşmasından sonra Özel ve Bülent Tezcan’ın üstüne yürüdüklerini de söylüyor.

Sonuçta Özel’in Kılıçdaroğlu’nun yanında kaldığı, dokunulmazlıkların kaldırılmasına karşı çıkmadığı anlaşılıyor. Çünkü ortada bir şerh yok.

Dokunulmazlıklar karşındaki tutum turnusoldür. Burada nasıl tavır aldığın önemli. Bana göre, CHP’de dokunulmazlıklar tavrı önemlidir. ‘Bana dokunulmazlıklardaki tavrını söyle, ben de senin demokrat olup olamadığını söyleyeyim’, durum budur. Elbette bununla birlikte kayyımlarda ve tezkerelerde nasıl tavır aldıkları da önemli.

Dolayısıyla ilk sorumluluk, evet, Genel Başkan Kılıçdaroğlu’nda ama o değişim isteyenlerde bir samimiyet göremiyoruz. ‘Benzer filmi gördük’ demem bu nedenle. Sen, “CHP’nin yazılım kitini değiştirebiliyor musun? O kit neydi? Askeri vesayet, CHP’yeBu kadar demokratikleşme, yeter’ dedi. CHP, Avrupa Birliği’nin demokratikleşme programlarını kucaklamadı. CHP, Kürt meselesini AKP’ye bırakmadı mı, uzak durmadı mı? ‘Analar ağlıyor’ sözlerini Onur Öymen söylemedi mi? Ergenekon’a sahip çıkmadı mı?

CHP’de değişim demek, topyekûn okları kırmak demektir. Zaten oklar çalışmıyor, tükenmiş. 90 yıldır amblemi değişmeyen bir partisin. Değişim sözle de olmuyor, Devletçi mi bu parti? Partinin içi ne liberal dolu. Türkiye’nin otokrasiye gömülmesinde CHP’nin çok ciddi bir katkısı var. Otokrasinin ateşlenmesi de dokunulmazlıkların kaldırılması ile oldu. Kılıçdaroğlu’na da, “Bunun hesabını veremezsiniz,” demiştim, ondan sonra da görüşmedik zaten. Dokunulmazlıkların kaldırılmasının bir açıklaması var mı? Yok.



Dünkü kongrede ne gördük biz? Mesela, ‘otokrasiden çıkış, demokrasiye geçiş planı’ gördük mü, kurtulma azmi gördük mü? Konu gündeme bile gelmedi? Gezegenin en önemli sorunu iklim sorununa , Gazze savaşı, bölgesel barış konusunda bir yaklaşım gördük mü? Hadi, bırak bunlar unutuldu diyelim, yahu entelektüel bir pırıltı görelim! Değişim entelektüel bir pırıltı ister, arkada bir model ister, katkı ister, bilimsel çalışmaların ürünü bir açılım ister. Yenilik böyle başlar. Buradaki değişim, başkan değişimi. Kült bir kadro var. Eski kült kadro, yeni bir kült kadro ile değişiyor.

CHP’de değişen bir şey olmadı. Değişim olması için biraz önce saydıklarımın değişmiş olması gerekiyor. 2023 seçimlerinde ve yerel seçimler öncesinde başkanlık için çok fazla enerji harcandı. Şu anda da tükenmişlik yaşanıyor. Partinin toparlanması, odaklanması da zor. Zaten muhalefet ittifakı da parçalanmış durumda. Aynı zamanda CHP’de Kılıçdaroğlu’nun yanında yer alanlar, Ekrem İmamoğlu’nun yanında yer alanlar, Özgür Özel’in yanında olanlar bulunuyor. Kabaca üç grup var zaten. Bayağı yıpratıcı bir süreç yaşandı ve ayrıca kavga da bitmemiş durumda.


Kimse kendini kandırmasın, bu bir değişim değil. Neredeyse 1973’ten beri CHP’yi izliyorum. CHP’de bu değişim genel başkan değişimidir. Başarısızlıkta Kemal Kılıçdaroğlu kadar sorumlulukta payı olanların ‘değişim’ demesi abes. Kurultayda bir pırıltı göremiyorum. 2003 kongresini de aynen böyle değerlendirmişim, buna benzer sözler sarf etmişim, ‘Entelektüel malzeme yoktu’ demişim. Kemalizmle sosyal demokrasi bir araya boca ederek, Ergenekon’u savunmakla hiç olmuyor. 1972’de Ecevit darbeye karşı çıkmıştı, Ömer Bey çok iyi hatırlar. Ecevit’e o dönem askerler komünist muamelesi yapıyorlardı ki adamın hiç ilgisi yoktu. CHP, o rüzgârla tarihindeki en önemli başarılı seçim sonuçlarını elde etti 1973 ve 77 seçimlerinde. Sonra da Erdal İnönü 1991’de...

Ö.M.: Evet çok ünlü bir sloganı da vardı; ‘Su kullananın, toprak işleyenin.’

A.B.: Neden CHP o zaman güçlüydü? Bunu sayın Kılıçdaroğlu’na da anlatmıştım bir görüşmemizde. Doğu ve Güneydoğu’da, Kürt bölgesinde CHP ve teşkilatı vardı. Bugün HDP’yi desteklemiş olanlar CHP’nin içindeydi. Kürt kelimesi kullanılamıyordu, ‘Doğu’da ezilen halk’, ‘yoksul halk’ deniyordu ama bölgede vardı CHP, bölge insanına dokunuyordu. 91’de Erdal Bey, Kürtleri parlamentoya alan anlaşmayı yaptı, sonunu getiremedi askerler karşı çıktığı için.

Ö.Ö.: Bugün de yıl dönümü bu arada 1991’in.

A.B.: Onun yıl dönümü değil mi?

Ö.Ö.: CHP’den giren vekiller Kürtçe yemin etmişti.

A.B.: Kürtleri tasfiye eden İsmet Paşa’nın oğlu, onlarla seçim ittifakı yaptı. SHP’nin oyları da böylelikle yükseldi ve ikinci parti oldu. Koalisyon kuruldu, Kürt realitesi tanınıyordu. Daha sonra, CHP Kürt fobisi nedeniyle ne hallere düştü. CHP ,ittifaklar politikasını da anlayamadı. İttifak demek, varlıklarını koruyarak bir hedefe odaklanmak demektir.Kemal Kılıçdaroğlu, çanağın içine ‘mixer’i soktu, varlıkları birbirine karıştırmaya çalıştı, o da tutmadı, olmadı. Soruyorum; CHP’nin ittifak politikalarından farklılıkları mı vardı bugün yönetime gelen değişim isteyenlerin? CHP’nin ana ekseninde değişiklik mi gündeme geldi? İkinci yüzyıl değişimine ne oldu neoliberal danışmanlar?

Kim diyordu, İsmet İnönü mü? “Güldürmeyin beni,” diye, “Birileri bana CHP’de değişim diyorsa ‘güldürmesinler’ demekten başka yanıtım olamaz.” Kurultayda yaşadığımız değişim, değişim değil. Başkan değişti, o kadar. Vasat bir kongre olduğunu, heyecansız bir kongre olduğunu ve sorunları çözen bir kongre olmadığını düşünüyorum. Kılıçdaroğlu’nun gitmesiyle ‘yorgan gitti, kavga bitti’ değil, yenilik gelmedi, yenilik için okları değiştirmesi lazım. Yıllardır söylediğimizi, Oya Hanım da söylemiş. 2003 yılının ilk programlarından birinin başlığı, ‘CHP nedir, ne değildir?’ di hatırladığım kadarıyla. CHP’nin bir şizofrenisi var; kendine sosyal demokrat diyen ama neoliberallerle yol alan bir parti. Anadolu İslam’ı diye çarşaflı kadına CHP rozeti takıp işe yaramaz çeşitli formüller üretti.

CHP’nin 1992’de yeniden açılışı da bir gariptir zaten. 12 Eylül darbesi CHP dahil partileri kapattı, AP’nin açılmasına da izin verdiler. Demirel’e sormuştum, “Neden AP’yi tekrar canlandırmadınız?” “Tarihte kaldı, tarihte kalan tarihte kalmıştır,” dedi ama CHP vesayet rejiminin isteği doğrultusunda açıldı ve o dönem CHP nedeniyle sosyal demokratlar neyi kaybetti? Türkiye’de demokratik sol, sosyal demokrasi neyi kaybetti? Üçe bölünmüştü, üç parti oldular ve bütün bu büyük şehirler kaybedildi. Hatırlayın, 1994 seçimlerini; üç parti girdi, DSP, CHP ve SHP. Geçmişi hatırlamadan da yeniliğe adım atamayız, geçmişi hatırlamak zorundayız. CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu’nun değişmiş olması, yerine daha genç birinin gelmiş olması, değişim anlamına gelmiyor. CHP’nin sembolik etkinliği olan Sosyalist Enternasyonal’de bile temsilcisi yok, neden yok? Kürt meselesinde ve Suriye tezkereleri nedeniyle yok.

Ö.M.: Evet, çok önemli. Bir de sözünü ettiğiniz iklim değişikliğinden tek satırla böylesine olağanüstü bir kongrede söz edilmemesi...

Ö.Ö.: Kongrede Filistin’le ilgili bir şey dendi mi?

A.B.: Yoo, fark etmedim. Bölgesel savaşla Filistin’i kast ediyordum. Enerji neye harcanıyor; hançerler, markajlar, oyunlar. Enerji bunlara gidiyor, bunları çok gördük. CHP kongreleri böyledir. Eskiden sandalyeler fırlatılır, yumruklar patlardı. Yuhalamalar, hakaretler olurdu. Gördük böyle kongreleri, o anlamda daha barışçıl ve medeni bir kongreydi, o iyi.

Ö.M.: Spekülasyon olacak ama bundan sonra neler olabileceğini daha sonraki programlarda biraz ele almakta yarar olabilir herhalde.

A.B.: Toparlanmalarının kolay olacağını sanmıyorum. Şu anda parti içi dağılım ziyadesiyle Ekrem İmamoğlu ve Özgür Özel arasında bir bağlantı var ama nasıl kurulmuş, içeriği nedir? Alelacele süreçler bunlar...

Ö.M.: Evet.

A.B.: 1972’de küçüktüm ama hatırlıyorum; Ecevit, sosyal demokrasi ve İskandinav modellerini konuşuyordu. 12 Mart rejimi devam ediyordu. Ömer Bey de sanırım o sırada içerideydi. 1973 Tandoğan mitingini hatırlıyorum, “12 Mart’tan hesap soracağım,” diyordu. Afyon ekimi nedeniyle Amerika ile olan ilişkiler pek fena idi. Böyle bir atmosfer yok bu kongrede.

Ö.M.: Süreyi maalesef bitirdik ama nasıl bir değişim olabileceğini konuşmaya devam edeceğiz. Çok teşekkür ederiz Ali Bey.

A.B.: Hoşça kalın!

Ö.Ö.: Görüşmek üzere.